On parmağında on marifet: Fehmi Özgök
Hollanda’ya yeni geldiğimde küçük kasabalarda karşılaştığım Türkleri görünce şaşırırdım. Çünkü Türklerin Hollanda’ya geldiklerinde endüstrileşmenin, yani fabrikaların yoğun olduğu büyük şehirler (Randstad) çevresinde yoğunlaştığını sanıyordum. Ancak Bu seferki konuğumuz Fehmi Özgök benim bu önyargımın kırılması için en sağlam kanıt herhalde. Zira Fehmi Özgök ve ailesi Hollandadanın en kuzeyinde birkaçbin nüfuslu Muntendam’a yerleşmiş ve yıllarca oradaki iki Türk aileden biriymiş. Bu yazıdaki misafirimizin ismini verdik bile: Fehmi Özgök. Kendisini kitaplarından ve biraz internet araştırmalarımdan tanımama rağmen şahsen tanımıyordum. Ona nasıl ulaşacağımı düşünürken Hürrem Efe’yi aramak geldi aklıma. (serimizin ilk yazarı) Hürrem Efe bana tam üç telefon numarası verdi. Demek ki ikisi de birbirine uzak (300 km) şehirlerde oturmalarına rağmen görüşüyorlardı. Telefon numaralarının yanı sıra bana Fehmi Özgök hakkında birkaç kısa bilgi ve tanıdığı diğer kuşaktaşı yazar isim ve numaralarını verdi Hürrem Efe.
Aynı gün Fehmi Özgök’e ulaşmaya çalıştım ama Türkiye’de olduğunu ve birkaç hafta sonra döneceğini öğrendim. Böylece uzun araştırma ve çabalardan sonra Fehmi Özgök’le nihayet iletişime geçebildik.
Tanımadığınız biriyle ropörtaj yapmak oldukça zordur. Önceden nasıl bir insanla karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Hazırladığınız soruların ne kadarının cevap bulacağını, hangilerinin hassas olabileceğini, sohbetin nasıl geçeceğini önceden tahmin etmek imkansız. Bu yüzden hep bir heyecan ve korku var. Ancak bundan önceki ilk iki yazar gibi Fehmi Özgök’le de kısa bir tanışma faslından sonra çok içten, heyecanlı, daldan dala bir sohbetle zaman akıp gitti.
Meğer Fehmi Özgök’ün Google’ın daha bilmediği ne yönleri varmış! En iyisi Hollanda macerasının başından başlamak:
Fehmi Özgök 1969’da Hollanda’ya gelmiş ve her geçici işçi gibi bir fabrikada çalışmaya başlamış. Ama okumaya meraklı, kendini sürekli geliştiren Fehmi Özgök 1975’te üçbin kilometre uzaktan Ankara’da yayın yapan ‘Ilgaz’ dergisine edebiyat ve felsefe yazıları yazmaya başlamış. (Bu dergi de benzerleri gibi 12 eylül’den sonra kapanmış). 1976 yılından itibaren Ilgaz dergisindeki yazıları yanı sıra, on yıl boyunca Amsterdam’da önceleri haftalık çıkan daha sonra iki haftalığa dönen ‘İlke’ dergisine yazmış.
Bu yıllarda bir yandan da fabrikada çalışmaya devam eden Fehmi Özgök hala çok iyi dostumdur dediği (dost kelimesinin altını çiziyor) Groningen Üniversitesinde ders veren bir psikolog-pedagogla tanışmış. Dünya vatandaşlığı paydasında birleşen bu iki dostun politika, sanat, felsefe, edebiyat sohbetlerinden birinde bu ‘dost’ Fehmi Özgök’e ‘Senin fabrikada işin yok, senin bize ders vermen’ lazım demiş ve böylece Fehmi Özgök tereddütlerine rağmen kendini üniversitede transkültürel pedagoji dersleri verir bulmuş. Üniversitede 1983 -1990 yılları arasında 7 yıl ders vermiş ve kendisine ayrılırken doçentlik belgesi vermişler.
kitap ön yüz O arada 1987’de ‘Ach Groningen, Groningen…’ isimli şiir/öykü kitabı çıkmış. Annesine adadığı kitabı ‘Sevgili Annem’(Mijn lieve Moeder) ve ‘Ach Groningen, Groningen…’ isimli şiirleriyle başlıyor. Fehmi Özgök kitabı Türkçe yazmış ve kitap Hollandacaya çevrilerek yayınlanmış. Kitapta genelde uyum ve kaynaşmayı içeren 6 öykü ve 24 şiir bulunuyor.
1989 yılında Fehmi Özgök’ün ikinci kitabı ‘Tijd van de paarse seringen’ (Mor Leylak Zamanı) çıkmış. Bu kitapta da yine şiir ve öykü iç içe: 8 öyküye 6 şiir eşlik ediyor. Aynı yıl Nilgün Robinson-Küçükyalçın öncülüğünde kurulan Alfa kolejine bağlı işsiz Türk gençlerini iş hayatına kazandırmak için kurulmuş Orient Express isimli vakıf okulunda ders vermeye başlayan Fehmi Özgök bu süre zarfında üçyüz rehber yetiştirmiş; oniki de (Ankara’dan) kokartlı öğrenci rehberi. Bu okulda Fehmi Özgök Tarih – Kültür dersleri vermiş, ama bunu yaparken Türkiye’den ezbere dayalı kitaplardan getirtmemiş, ders kitaplarını kendisi yazmış: üç ciltten oluşan ‘Tarih – Kültür Dersleri’ kitabı. Bu kitapta binlerce yıllık Anadolu tarihi iki yıllık bir zaman içinde, ezberletmeden öğretiliyor. 1994 yılında Osmanlı Arşivinde araştırma yaparken oradaki müdüre kitaplarını gösterince müdür şaşırmış ve Fehmi Özgök’ü tebrik etmiş. ‘Biz’ demiş ‘çocukların beynini yiyoruz’.
1995’te Fehmi Özgök’ün üçüncü kitabı Güldikeni Yayıncılık’tan Türkçe yayınlanmış: ‘Paşa Olacak Benim Oğlum’. Bu kitap otoriteler tarafından çok beğenilmiş. Cumhuriyet Kitap o zaman bu kitaba bir tam sayfa ayırmış. Mehmet Başaran, Fehmi Özgök için ‘Maksim Gorki’ benzetmesinde bulunmuş. Yine Selim İleri bu kitap için ‘İstanbul için naif bir başyapıt’ demiş.
Hemen bir yıl sonra 1996’da ‘Paşa Olacak Benim Oğlum’a tezat Evrim Sanat Yayınlarından ‘Sen Adam Olmazsın’ çıkmış.
Fehmi Özgök 1994’te ders vermeyi bırakmış ama hala ders vermeyi özlediğini söylüyor. Onun Groningen Üniversitesinde ders vermesine vesile olmuş dostu ona ‘Öğretmen olunmaz; öğretmen doğulur’ demiş. Doğru söylemiş, zira Fehmi Özgök sürekli kendini geliştiren ve bildiklerini sürekli diğer insanlara aktarmaya çalışan bir entellektüel, yazar, şair ve öğretmen. Ama bu kadarla bitmedi. Fehmi Özgök aynı zamanda senaryo ve Tiyatro oyunları da yazmış. ‘Lale Devri’ isimli tiyatro oyunu Veendam Schouwburg’de Hollandaca alt yazıyla sahneye konmuş. Hollanda’nın resmi kanalı NOS’ten 1974-1992 yılları arasında gösterilen göçmenlerin hayatlarını anlatan ‘Paspoort’ isimli programa ‘Zehra ile Anja‘ isimli bir de televizyon filmi senaryosu yazmış Fehmi Özgök. Telif hakkı bile ödenen bu senaryo NOS’teki yapımcı-senarist arası kıskançlık ve çekişmeleri sonucu maalesef rafta kalmış. Bizim yazar, şair, öğretmen, tiyatro yazarı, senarist Fehmi Özgök kısa bir dönem de Cumhuriyet için gazetecilik yapmış.
Böyle çok yönlü bir entellektüelin ilk geldikleri yıllarda bilinen genel zorlukların yanısıra başka ne gibi problemlerle karşılaştığını sordum:
‘Her iki toplumda da yer bulmak zordu’ diyor o günler için. ‘Hem Türk toplumunda hem de Hollandalılar içinde aynı frekansları paylaştığımız insan sayısı pek azdı. Türkler çoğunlukla büyük şehirlerdeydi ben de 2500 nüfuslu Muntendam’da. Tanıdığımız birkaç arkadaşla da iletişim zordu. Müthiş bir yanlızlık çekiyordum. Hollandalılar da bize karşı önyargılıydı. Fabrikada çalışan kültürsüz bir işçi bile kendini bizden akıllı bilirdi. Bir gün Sinterklaas bayramında, Sinterklaas ve zwarte Piet kılığında dolaşanlar (Sint Nikolaas veya Aziz Nikolas ve çırakları=Noel babanın Hollanda’daki versiyonu, çocuklara aralık ayında İspanya’dan geldiği anlatılır) benim yanımdan geçerken ona nereden geldiğini sordum, bana ‘İspanya’ dedi. ‘Hayır’ dedim ‘sen Türkiye’den geliyorsun’. Evet, hayır derken işçilerden biri bir ansiklopedi buldu getirdi. Hep beraber Sint Nikolaas’ın Demre’den (Myra) geldiğini okudular ve şaşırıp kaldılar. Daha ileri gidip Türkiye’nin ilk hristiyan devleti olduğunu söyledim, tartışma hepten alevlendi. O günden sonra adımı profesör koydular. Benzeri bir Sinterklaas olayını da oğlumun okulunda yaşadık.
1990 yılında İlke dergisini çıkaranlardan Rahman Domaniç ‘birleşelim’ diye Hollandalı Türk yazarları bir konferansa davet etti. 70 kişi yazarım diye ortaya çıktı (ekliyor: hamamda herkesin sesi güzeldir), Aralarında Papatya Nalbantoğlu, Hürrem Efe, Sadık Yemni gibi değerli insanların da bulunduğu 90 kadar kişi bir araya geldik. Sonuçta iyi bir insiyatifdi ama yine bazıları çıkıp ‘ben Hemingway’im, sizin aranızda işim yok’ diye gelmedi (ismi bende saklı). Bol bol demagoji ve politika yapıldı. Solculuk bir klikti, halktan kopukluk vardı. Asıl komünist bana diyorlardı ama ben kalkıp cumayla ilgili yazılar yazınca bozuluyorlardı, güttükleri sol kültür dogmatikti. Sonuçta bu iyi niyetli insiyatif maalesef pek amacına ulaşamadı.’
Son olarak: Şu anda neler var, neler okuyorsunuz, yazıyor musunuz?
Edebiyattan kopmadım ama romandan ziyade tarih ve kültür kitapları okuyorum. Yazmaya gelince, evet yazıyorum, hatta eskiden Türkiye’ye gittiğim zamanlar pek yazmazdım. Belki notlar alırdım. Ama en son gidişimde bol bol yazdım. Şu anda geçmiş kırk yılın anı-romanını yazıyorum. Türkiye’den kitabı bekleyenler var, ama bitmedi. İki yıl önce İlhan Selçuk’a bahsetmiştim, ‘okumak isterim’ dedi. Ancak hala üzerinde çalışıyorum.
Fehmi Özgök bu romanının adını bana ‘off the record’ fısıldadı, çok orjinal bir isim. Eminim kitabın kendisi de çok iyi olacak. Sabırsızlıkla bekliyoruz…
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.